Friday, June 13, 2008

Birgün

02:28 12 Haziran 2008

Art arda gelişen işçi ölümlerin hemen sonrasında başladı, “4857”. Belgesel ekibi ekim ayından bu yana Tuzla’ya vuran, kaçan, Tuzla’da oluşan pek çok farklı olaya şahit oldu. Hiçbir ulusal veya uluslararası kurumdan destek almadan yapılmış ve kolektif bir emek ürünü olan bu bağımsız belgesel, Tuzla’daki ölümlerle gündeme gelen yaşamı görünür hale getiriyor. Sürecin tüm muhatap ve müdahillerine, ulaşabildiği ölçüde yer veriyor, fakat onların deneyimlerini “üst üste koymuyor.”

4857”, kaynak ışığından, raspa tozlarından, eş ağıtlarından, inatçı direniş sloganlarından, soğukkanlı açıklamalardan örülü kendi müziğini buluyor. “Tuzla’da 4857 no’lu yasa uygulansın” talebinin, hayatlarına dokunduğu insanları görüyor, gösteriyor.

Bugün gösterime girecek olan 4857 adlı belgeselin yönetmenlerinden Petra Holzer"le bir araya geldik... Tuzla"nın öncesini ve sonrasını konuştuk

***

»"4857" diyerek öncelikli amacınız neydi?

“Tuzla’da 4857 no’lu yasa uygulansın” sözünü sürekli işçilerin ağzından duyduk. ‘2003’te bu yasa çıkmasın diye karşı çıkmıştık, şimdi uygulansın diye mücadele veriyoruz’ diyordu sendikacılar. Durum bu kadar da vahim.

»Ölüm tersaneleri olarak geçen Tuzla tersanelerine sizi yönelten, o acının içine çeken nasıl bir süreçti?

Süreç, Aralık 2007"de başladı. Tuzla Tersaneler Bölgesi İzleme ve İnceleme Komisyonu’nun rapor sunuşu için Aslı Odman bizden görsel destek talep etti. 17 dakikalık bir video hazırladık. Bu kısa süreç daha derin bir çalışma için başlangıç oldu. Projelendirmeden, planlamadan, sadece olayların hızlı gelişmeleri bizi bugüne getirdi. III. İşçi Filmleri Festivali ekibi bize mayıs ayındaki gösterimleri için bir yer ayırdı. 30 dakikalık “Tuzla” adlı bir belgesel hazırladık. Tam 1 Mayıs sabahında bitirdik. Yalnız tatmin olmadık ve şu an “4857” adlı 29 dakikalık belgesel ortaya çıktı.

Hem konunun önemi, hem de Tuzla’da tanıştığımız insanlar bizi çok etkiledi. Örgütleme, dayanışma, birlikte bir konu için çalışmak ve hepimiz için çıkan öğrenme süreci beni çok etkiledi. Daha önce Bergama’da yaptığımız belgesel çalışmamız sırasında tanıştığımız köylülere benzeyen, cesur, bilgili, ifadesi güçlü ve son derece dostane insanları karşımıza çıktı. Bu şahsen hayatımı zenginleştiriyor. Keşke bu acı, bu ölümler, bu yaralanmalar olmadan olsa...

»İşçilerle bir arada olmak sizleri nasıl bir ruh haline soktu? Çekim sırasında sizi zorlayan bir durumla karşılaştınız mı?

İşçilerin her sabah “Bugün sağ evime dönecek miyim?” sorusuyla iş yoluna çıkmaları bile çok hüzünlü bir durum, çok acı bir gerçek. Bu insanlar sadece işe gidiyor. Her şey bir yana, bu duyguyu bizden, yani ‘sözümona eğitimli’ insanlardan kim yaşıyor ki? Kimse yaşamasın!

İşçilerle zorluk yaşamadık. Sadece tersane sahipleri -asıl işverenlere- ulaşmak zordu. Burada sadece bir tersane farklı davranıyordu: Desan, Tuzla Komisyonu’na, o sayede bize de butün alanları açtı. Yönetici kadrosuyla muhatap olduk orada.

»Peki genel bir soru sorarsam, Tuzla, Türkiye"nin nasıl bir fotoğrafı? O fotoğrafın ne kadarını görebiliyoruz? Asıl olarak o fotoğrafın neresinde duruyoruz?

Tuzla, Türkiye’nin geleceğinin korkutucu ama gerçek fotoğrafı. Bana kalırsa altın madenleriyle, içme suyu satış projeleri, orman katliamları, kentsel dönüşüm projeleri ve tabii ki nükleer santralı açma projelerinde filmin diğer karelerini görebiliriz veya görmeyebiliriz. Aynı mültecilerin, her gece Türkiye’den Yunanistan’a tehlikeli geçişlerine gözlerimizi sıkı sıkı kapalı tutmamız gibi -mesela geçen yıl sadece Midilli’ye geçerken, 800 mülteci, o da bilindiği kadarıyla, yaşamlarını yitirdi. İşte fotoğrafın gerçeği -siz nerede duruyorsunuz?

»Peki siz o fotoğrafın neresinden baktınız çekimlerde?

Biz işçilerin yaşamlarının ritmini yansıtmaya çalıştık. Hepimiz başka yerlerde ortak insani yaşam pratikleri paylaşıyoruz. Tuzla’daki işçilerle, bu paylaşma alanını hissettirebiliyorsak, o zaman bu belgeselde başarılı olmuşuz.

»Tuzla"nın adını o kadar çok duyar olduk ki, ama bizler o yaşamdan uzağız. Siz bu süreçte yaşamlarına girdiniz onların. Peki oradaki işçiler nasıl bir hayat yaşıyor? O işçileri bize unutturan gerçekler neler?

Oradaki işçiler homojen bir grup oluşturmuyor. Hem işyerlerinde, yani mekânda hiyerarşik bir durum var, hem de zamana yayılan bir hiyerarşi görmek mümkün. Kadrolu işçiler herhangi bir ağır sanayide yaşanan zorlukları yaşıyor. Taşeron işçilere göre bazı avantajları var -sigortaları, düzenli çalışma saatleri, süreklilikleri var. Taşeron işçiler arasında da birbirinden farklı hayat standartları var... Geç sektöre giren, geç göç eden çok daha aşağıdan başlıyor.

Uzun süredir Tuzla’da yaşayan işçiler, aileleriyle beraber yaşıyor. Eşleri onlarla hayat zorluklarını paylaşıyor- iş için pantolon, gömlek ve başka malzeme yaratıyor, tulum vb verilmediği taktirde kadınlar eksiklikleri tamamlamaya çalışıyor. Ağır şartlarda çalışıp yaralanan eşlerini iyileştiriyorlar.

Taşeron işçilerden neredeyse hiçbiri emeklilik beklemiyor. Bu da çok ağır bir gerçek.

En son gelenler en pis ve az para eden işleri yapıyor. Bunlar genellikle hemşehrilik üzerine gelen ve bekar odalarında kalan işçiler. Bu gruba karşı daha uzun süre tersanede çalışanlar öfke duyabiliyor. Maaşları düşürenler olarak görülüyorlar... 30 YTL yevmiyeyle İstanbul’da yaşanıyor ve aynı zamanda para biriktirilip, memlekete yollanıyor?

»Bir anlamda, emek göz ardı ediliyor değil mi?

Emeğin görünmezlik hali bize bu gerçekleri unutturuyor... İşçi Filmleri Festivali’ndeki bir toplantıda Türkiye’de emekle ilgili filmlerin sayısının çok az olduğundan yakınıldı. Belki bu bize bir ölçü olur... Bu tarz filmler daha çok olsa, bunu görünür hale getirenlere, ‘ekonomik büyümeyi baltalama’, ‘yatırım ortamını zedeleme’, hatta daha da ileriye varan ithamlar o kadar yapılamazdı.

NAZ ERDOĞAN

http://www.birgun.net/report_index.php?news_code=1213226907&day=12&month=06&year=2008&action=read

No comments: